10 Eylül 2020 Perşembe

"Her Kabilenin Bir Endişesi" - Bazı Notlar




- Baran'la konuşurken, "Bilmiyorum ya, belki internete koyarım bunu da," demiştim bu kitabın farklı bir versiyonu için. "Saçmalama oğlum," demişti o da. "İyice meczup sanacaklar." 

- Buradaki öykülerin isimlerine baktığımda aklımda belirenler: Taksim'den Eyüpsultan'a giden 49T. Cihangir'deki bodrum katı. Harbiye'de, yolun kenarındaki arabanın içinden bana el sallayan travesti. Yağmur'un Kadıköy'deki evinde, kaloriferde tekel bayii magnetleri. Taksim, Mephisto'da dergilerin olduğu raf. Cağaloğlu'ndaki Dedalus ofisi. Baran'ın Yeldeğirmeni'ndeki evi. Ankara'da, Cem'le tekila içtiğimiz mekan. Şu an fark ediyorum. Buradaki öykülerin en fazla üçünü Anadolu yakasında yazmışımdır herhalde. Şimdi düşününce, öykülerin etrafında yaşananları o kadar da hatırlamadığımı fark ettim. Unutmuşum. Gelgelelim Güneşli'deki, Haldun Boysan'ın mimarlığını yaptığı Hürriyet binasının içinde binanın bir maketi de vardı. Buradaki bir öyküyü düşününce orayı da hatırlıyorum.

- Bu öykülerin neredeyse hepsini önce Baran, Melik ve Yağmur okudu, birçoğunun fikrini ilk onlar dinledi. Doğan, sağ olsun, hep yazdıklarımı takip etti. Onlara olmasa yazmaya devam etmek bir hayli zor olurdu. Daha sonra yollar başka yerlere doğru ayrılsa da Sedat Demir, öykülerime karşı heyecansız kalmamamı sağladı. Dergiler var bir de. Yıllar sonra Berkan M. Şimşek ve arkadaşlarının Boğaziçi'nde çıkardığını öğrendiğim Kırtıpil mesela. Ciddi ciddi yazmaya başladıktan sonra ilk öykümün yayımlandığı Sözcükler.  Daha sonra Trendeki Yabancı'da da öykülerimi yayımlayan Selim Bektaş'ın çıkardığı, Peyniraltı Edebiyatı. Neslihan Önderoğlu'nun da yayın kurulunda yer aldığı, öykülerimle ilgilendiği Sarnıç Öykü. Yıllardan beri devam eden, kadrosundan Onur Selamet ve Özgürcan Uzunyaşa'yı tanıdığım Marşandiz Fanzin. Bir resme bakarak öykü yazmayı öğrendiğim ve pet şişenin nargile olarak da kullanabileceğini anlatan bir paragrafla başlayan öykümü yayımladıkları için mutlu olduğum Notos. Ankara'daki Lacivert. Sonra Öykü Gazetesi. Öykülerimin yapmak istediğim şeye yaklaştığını hissettiğim yer olan, Murat Çelik ve Eyüp Tosun'un çıkardığı Öykülem. Yıllar sonra, yolumuz kesişti yine onlarla da. Engin Türkgeldi ve Mevsim Yenice'nin, iyi hissetmediğim dönemlerde gelen davetleriyle kendime gelip yazdığım (kitaba da aldığım bazı) öykülerin yayımlandığı Altzine ve yarışmasına katılıp seçkiye girdiğim Altkitap. Yazdığım şeylerle ilgili güzel sözleriyle beni gaza getiren Alican Saygı Ortanca. Yüzyüze tanışmadığım ama yazdığım bazı öykülere yorumlarını esirgemeyen Orçun Ünal. Yazıyla ilgili mızmızlanmalarımı dinleyen, bazı konularda fikirlerini aldığım diğer arkadaşlarım. Can Yıldırım. Hakkı Berk. Mert Hamutçu. Cem Tunçer. 

- Biraz şımarabilir miyim? Tamam o zaman. Birkaç kısa bilgi sıralıyorum. Kitaptaki en eski öykü: "Evlerden Taşınıyorlar" En yeni öykü: "Aristokratlar!" En sevdiğim öykü: "Merkezkaç Yüreğinde" Kâbuslarıma benzeyen öykü: "En Keskin Olmayan Nişancı" İsmini yıllar yıllar önce, bir Avrupa Yakası bölümünde duyduğum öykü: "Seyirci Japon." İlk taslağını bir oturuşta yazdığım öykü: "Doy." Yazarken kıs kıs güldüğüm öykü: "Geçmişten Günümüze Milletlerin Uzuvları." Aklıma vefat eden bir tanıdığımı getiren (öykünün onla ilgisi yok) ve daha fazla şiir okumam gerektiğini hatırlatan öykü: "Sayko Kola" Sokakta gördüğüm ilanın öyküsü: "Köpeğimle Karşılaştığınızda" O şakadan korktuğum öykü: "Aristokratlar!" O papağanı tanıdığım öykü: "Majezik" 

- Bu da öyle bir anı: Kitabımın yayımlanacağının paylaşımını yaptıktan sonra, Yağmur'la bir milyoncuya gittik, elektrik süpürgesinin kırılan borusunun yerine yeni bir tanesini aldık. Yedi buçuk lira. Daha önce buraya gelmiştik ama yanımızda bizim süpürgenin başı yoktu. Uyar mı, uymaz mı bilmiyorduk. Bir hafta sonra süpürgenin başıyla gittik bir milyoncuya. 

- Bu kadar. Başka söyleyecek bir şeyim yok. Dünyayı bir virüs ele geçiriyor. Ekonomi yıkılıyor. Galiba iktidar yorulduğu için muhalefet kazanıyor. İşyerinden Ömer sağ olsun, Twitter'ı gece modunda kullanıyor, sinsi sinsi insanları okuyorum. Ve bir öykü kitabım çıkıyor. Hayırlısı. Kitabı, yakın zaman içinde internetlerde her yerde, kitabevlerinde falan görebilirsiniz sanırım. Şuraya da internetteki yerlerden birinin linkini koyuyorum: https://www.eganba.com/her-kabilenin-bir-endisesi-kitabi-emirhan-burak-aydin 

22 Eylül 2019 Pazar

Bazı Eserler Üstüne Eser Miktarda Düşünceler (Bir Kere Daha, Bu Sefer Hissederek)

1 - "Binlerce defa hoş geldiniz. Ağlayabilirim de gülebilirim de, hem mutlu hem üzgünüm."

2 -

3 - Yazgı ve Gazap. Erkeklerle kadınlar niye beraber yaşıyor, evleniyorlar? Güvende hissetmek için. Sıkıldıkları için. Ailenin ürünü oldukları için. Çocuk istedikleri için. Ailelerinden kopabilmek için. Sevişmek için. Yemek yapamadıkları için. Tek başına dizi, film izlememek için. Sosyal medya paylaşımlarını beğenmek için. Düğün için. Kredi için. Üşüdükleri için. Zorunda kaldıkları için. Güvende hissetmek için. Şanslarını denemekten bıktıkları için. Şirket kurmak için. Fakir oldukları için. Otobüste erkek kadın yan yana oturmak için. Lauren Groff, Amerikalı bir kadın. Florida'da yaşıyor. Memleketin emeklilerinin bayıldığı şu sauna memleketi. Devasa bir roman yazmış. Sayfa sayısı anlamında değil. Hikâyesinin büyüklüğü. Erkekler ve kadınlar niye beraber yaşarlar? Kana kana susadıkları için, kanmak, kandırılmak için. Erkek doğurgan değil ama bir şeyler yaratmak istiyor. Oyuncu olmak istiyor, olmuyor. Travmalar. Anne travması var. Hafiften. Babanın eksikliği var. Doğrudan. Yazgı ve Gazap, bir kahramanla antikahramanın hikâyesi. Yani gerçek olmayan bir erkekle, fazlasıyla gerçek bir kadının. Adam sever, adam maceraya atılır, adam hata yapar, adam çok başarılı olur, adam şüpheye düşer, adam acı çeker. Kadın ne yapar peki? Sadece öfkelenir mi? Sadece gözlemler mi? Bence kadın oyunu bozar. Erkeklerle kadınlar niye beraber yaşarlar? Bir oyun oynamak için. Arkadaşlar kervanından kopmak ya da onlarla beraber değişmek için. Bütün dünyaya karşı, iki başrol. Yazgı ve Gazap bence oyunu bozan bir roman. Mıy mıy romanlardan bıkmadınız mı? Tek bir şeye takılıp sayfalarca onu anlatanlardan? Yazgı ve Gazap hiperaktif değil ama hareket halinde. İnce ince, yirmi dört yılı anlatıyor Groff. Bu kitaptaki karakterlerin hayatında kaybolmayı niye sevdim? Vanitas! Vanitas! 

4- "Detaylar ancak odaklanınca belirginleşiyordu; burun kenarındaki ben, uykuda kurumuş alt dudağa takılı diş, koltuk altının kâğıdımsı dokusu."

5 - Aforizma eleştirmenliği diye bir şey var artık. Okunmayan yazarların okunmayan kitaplarındaki, öykülerindeki aforizma cümleleriyle (yalan değil çoğu da kötü) dalga geçiyorsunuz. Her şey tamam oluyor. Başka bir sıkıntı yok zaten. İleride her şeye terslenen biri olacağım diye ödüm kopuyor.

6 - "So naïve / To keep holding on to what i want to believe / I can see / But i keep holding on and on and on and on" ya da "She gave us all she had, but / We went and took some more / Can't seem to shut her legs / Our mother nature is a whore"

7 - Çeviri yaparken okuma hızımı, yazarken de çeviri hızımı özlüyorum. 

8 - Gerçeklik ötesi dünyada Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okumak. Komik kitap. Epey. Tanpınar hakkında herkes çok konuşuyor ben öyle yapmayacağım. "Eski moda laflar... Tarih günün emrindedir. Ben sana yüz meselede yüzlerce kâğıt gösteririm ki yalandır, bundan ne çıkar? Mecvut olmasa adını bilmezdiniz, ondan konuşmazdınız. Bütün mesele şuradan geliyor: Kendinizi zamanımızdan üstün görüyorsunuz... Entelektüel gurur. Ben bütün hakikatleri bilirim, demek istiyorsunuz. Hayır, azizim, öyle bir şey olamaz. Bir insan bütün hakikatleri bilemez." Yalanları bilelim o zaman, o da bir işe yaramaz mı?

9 - Hereditary'nin son beş dakikasını izleyemedim. Filmi izlemeye gün içinde başladım, durdura durdura izledim. Hava karardı, iyice korktum, sonra da yapamayacağım diye bıraktım.

10 - Bay Less, Pulitzer ödüllü bir roman. İlk bakışta ödüllü olacak kadar "önemli" bir kitap değil gibi duruyor. Ancak Bay Less zamanımızın bir kahramanı. Zamanı yakalamak da önemlidir. Sürekli sonsuzluğa konuşan, "evrensel" hikayeler mi okuyalım? Arthur Less yaşlanıyor. Arthur Less yaşlanan bir yazar. Arthur Less yaşlanan homoseksüel bir yazar. Arthur Less'in yazarlığı hayatı boyunca büyük zirveleri bulmayacak gibi görünüyor. Büyük şair sevgilisiyle yaşadığı ateşli macera geride kaldı. Bir zamanlar o yaşlı bir adamın yanındaki genç sevgiliyken, şimdi o yaşlı bir adam ve onun yanında genç sevgililer var. Bir şeyden kaçmak için dünyayı dolaşacak. Zenginlerin dertleri, diyebilirsiniz. Arthur Less sınıfının insanı. Yine de mutlu olmasını istiyorum. Dehanın yanındaki ortalama yeteneğe üzülüyoruz. Ortalamaya üzülüyoruz. Uçları seviyoruz. Less hayatını törpüleyerek yaşayan bir adam. Sivrilmesi gerekecek. Sivrilecek de bence. Kitap çok komik bir de. Buna taktım ben de ha. Ama çok önemli be, kasıntı kasıntı dolaşmayan öyküler, romanlar istiyoruz. Siz kimsiniz? Biz biziz. Biz bizeyiz.

11 - "Kuşkuyla birlikte yaşamak. Bir fincan kahvenin üzerindeki boncuk kadar yağa bakarak, sabahları yaşanan kuşku. Çiş molasında onunla göz göze gelmeden yaşanan kuşku. Sokak kapısının açılıp kapanmasıyla birlikte -veda etmeden yapılan huzursuz bir yürüyüş- ve yürüyüşten dönüşünde yaşanan kuşku. Daktilo tuşlarına ağır ağır basılmasıyla yaşanan kuşku. Öğleyin kendi odasında yemeğin yarattığı kuşku. Öğleden sonraları sis gibi dağılan kuşku. Def edilen. Unutulan. Sabahın dördünde uyanarak kıpırdandığını, karanlığın içinde gözlerini Kuşku'ya diktiğini hissetmek. Kuşkuyla Yaşamak: Bir Hatırat.

12 - Rachel Cusk: Anti-Knaausgaard. Kınausgard. Kendi hayatını anlatıyor gibi yapıp kendisinden başka herkesi anlatarak yine kendini anlatıyor? Kafam yandı. Bir üçleme yazmış bu Paris Review'a yazılar yazan romancı hanımefendi. Kendisine benzer bir karakter var. Adı Faye. Boşanmış. Rachel da boşanmış. Faye'in oğulları var. Rachel'ın kızları. Faye tanıştığı insanları dinliyor, arada kendi hayatını az da olsa dinliyoruz. Ancak asıl mevzu zaten başkalarını nasıl dinlediğinde, onlara ne sorduğunda ya da anlattıklarını nasıl yorumladığında. İlk kitap yepyeni bir nefes gibiydi. Çerçeve - Outline. İkincisini sevmedim. Aynı hilenin tekrarı gibiydi. Geçiş - Transit. Yine de üçüncüyü de okuyacağım. Övgü - Kudos. Bir yazarın kitabını sevmemem onun başka kitaplarına bakmayacağım anlamına gelmiyor. 

13 - "Aslına bakılırsa edebiyatla bir züppelik türü olarak, hatta bir kendini tanımlama biçimi olarak bile ilgilenmiyordum artık - bir kitabın bir başkasından daha iyi olduğunu kanıtlama isteği duymuyordum: Aslında, hayran kaldığım bir şey okuduğumda, ondan söz etmekten gitgide daha az hoşlandığımı fark etmiştim. Kişisel olarak doğru bulduğum şeyler, giderek, başkalarını ikna süreci ile bağlantısız olmaya başlamıştı. Artık hiç kimseyi hiçbir şeye ikna etmek istemiyordum."

14 - Trendeki Yabancı diye bir app dergisi var artık. Her ay, cep telefonunuza öykü geliyor-muş. Görünüşü güzel, fiyat uygun. Umarım tutar. Yine de aklımda sorular sorular. Dikkat süremizin sekiz saniyeye düştüğünü söyleyenler var. Özellikle telefona bakarken. Hadi bu neyse, öykü uygulamasını kullanacak kişinin yaklaşımı kedi vidyosu izleyecek olan farklı olacaktır belki. Ama sadece öyküden ibaret bir dergi ne kadar doğru diye bir soru da var ki bu önemli. Twitter'a giriyorum, herkes isim vermeden o yazarı bu yazarı gömüyor falan. Yazarlar niye birbiriyle daha fazla kavga etmiyormuş diyen bile var? Ona kalsa yazarların hepsi birbirlerinin kitabına laf atmalı, vesaire. Bunu yazacağına, kimi sevmiyorsun onu yaz. Değil mi? Çoğu eleştirinin de okları benim anladığım kadarıyla Can'ın yeni öykücülerine, Mevsim Yenice, Ezgi Polat, Gamze Arslan'a falan filan geliyor galiba. Güya insanlar birbirlerini kırmazlarsa işlerinin daha rahat yürüyeceğini düşünüyormuş. Kankacılık yani. Ben bunu anlamıyorum. Kankacılık işini beceremediğimden mi, emin değilim ama yayıncılıkta işler ricayla, şunla bunlar mı yürüyor o kadar ya? Büyük yayınevlerinde özellikle. Satacak olan basılır. Genelde iş böyledir. Hiçbir rica, kankalık müessesesi bu kuvvetin önüne geçemez. Gibime geliyor. Yani kimi sevmiyorsan yaz, söyle kardeşim. Güzel eleştiri yazısı yazan bir kişi işsiz kalmaz. Gibime geliyor. Yani iyi eleştiri yazısı olan bir dergi neden tutmasın. Diye düşünüyorum. En kötü iki yazar bulun. Biri aynı kitabın niye iyi olduğunu yazsın. Biri de niye kötü olduğunu. O bile olur yahu. Kimse kimseyi siklemiyor o kadar. Twitter'da dümdüz beğenmediğini mi söyleyeceksin, söyle gitsin. Ne var yani? Ben sektörde çalışıyorum, o yüzden çok rahat konuşamıyorum belki. Off sıkıldım. Trendeki Yabancı'ya hayırlı olsun. Bakalım n'olcak. Şarkı çalıyor kafamda. MFÖ- DENEYLERE DOĞRU.

15 - Kristen Roupenian. Bir öykü yazıyor. "Cat Person." New Yorker'da. Öyküde bir kızın, kendinden yaşça büyük biriyle yaşadığı korkunç bir randevu anlatılıyor. Kız dur diyebilecekken, uğraşmamak için demiyor. İşler boka sarıyor. Sonra ne oluyor? Twitter'da patlıyor bu öykü. Herkes bu öyküyü konuşuyor. Gündeme bak. Güzel. Kızın hemen öykü kitabı anlaşması yapılıyor. Bir film senaryosu varmış, onu bir indie film yapımcısı alıyor. Bodies Bodies Bodies. Bir romanı da varmış Roupenian'ın. Güzel. Öykü kitabının adı: You Know You Want This. İthaki'den çıkacak öyküler. Taş gibi öyküler be. Ama yazarı Cat Person'la bilenlerin bekleyeceği öyküler değil. Sivri öyküler. Bret Easton Ellis'i hatırlatan öyküler. Daha yetişkin işi ama. Sapkın öyküler. Her öyküde, bu sefer nereye geldik ya, diyeceğiniz öyküler. Ne güzel öyküler. 

16 - Gulyabani. Bu aralar hastasıyım kitabın. Açıklamalı orijinal metni okuyorum. Fena eğleniyorum. Daha bitirmediğim için çok konuşmayacağım ama... Fikirlerim var bu kitapla ilgili. Bir şeyler yapacağım. Yazacağım. Hadi bakalım. Güzel adamsın Hüseyin Rahmi Bey. "Dört deryanın deresini dört dergâhın derbendine devrederlerse dört deryadan dört dert, dört dergâhtan dört dev çıkar."

17 - Kurbağalara İnanıyorum'u okuyorum. Harika kitap. Behçet Çelik'e bayıldım. Ayhan Geçgin soyut düşünmeyi iyi bilen bir adam. Barış Bıçakçı goygoy yapıyor ama güzel yapıyor. De o "ÇARE KENDİMİZGÜL" şakası neydi be öyle abi ya? Ayhan Geçgin'in şu söylediklerini çok sevdim ama: "Herhangi bir nesnenin hiçbir zaman tek bir anlamı, tek bir boyutu yoktur. Ya da bir nesne asla kendine özdeş değildir, kendinden hep daha fazla ya da duruma göre daha azdır. (Belki de sanat yapmak herhangi bir şeyi çift kılmaktır ya da tek bir şeyde olasılıkla birbirine çelişik görünen en az iki şeyi ortaya çıkarmaktır.)" 

18 - Neredeyse Hiç Hatırlamıyor'daki iki sayfayı aşan öyküler bence kötü. Kısalarsa o kadar iyi ki, uzunları unutturuyor. Çok garip.  Bu arada evde kitabı arıyorum. Nereye koyduğumu hatırlayamadım. Ciddiyim. Nerelerin altını çizmişim, hangi öyküleri çok sevmişim diye bakacaktım, kitabı bulamıyorum ama abi. Kafayı yiyeceğim. Kitabı nereye bıraktım lan? 

19 - "Âlemin aklını mezada çıkarmışlar da yine herkes kendininkini beğenip almış."

"Her Kabilenin Bir Endişesi" - Bazı Notlar

- Baran'la konuşurken, "Bilmiyorum ya, belki internete koyarım bunu da," demiştim bu kitabın farklı bir versiyonu için. "...